22 Ocak 2012 Pazar

Uzaklardan Buruk Bir Selam.

Hatırladığım ve doğruladığım kadarıyla en son yılbaşı öncesinde yazmışım evet. Görüyorum ki tam tamına 21 gün geçmiş aradan.Zaman yine koşmuş,ben yine yakalamak için koştum ne kadar yakalayabildim  bu cevabını bulamadığım sorulardan sadece bir tanesi...
Ama önce birkaç şeyi hatırlayalım,sonra yavaş yavaş dökülür bir şeyler zaten.
Ayın 31'ini gün boyunca telefona bakarak geçirdim,ne salağım. Geldi, geliyor, gelecek mesaj. E tabiki nah geldi mesaj. Ben daha böyle salak olursam, çok beklerim çok. Tam bir hayal kırıklığı günüydü gerçekten. Allah'tan Gim ve Taggy Eskişehir'delerdi. Beraber yılbaşında yanyana degildik ama gündüzünde bir şekilde kafamı dağıtmama yardım ettiler. Yılbaşına 3-4 dakika kala yurduma varmıştım. Televizyonda geriye sayımlar başlamışken camı açıp dışarıya baktım, kendim için güzel dilekler tutmaya başladım. Belki, ya belki şimdi bir mesaj atarsın, her şeyi toparlarız diye telefonuma baktım, hiçbir şey yoktu yine. Dayanamadım kendim mesaj attım ve gelen mesajla bir kez daha yıkıldım ''Sana da iyi yıllar'' Evet sen şu ana kadar tanıdığım en ama en öküz, duygusal gözüküp aslında taşkalpli olan birisin ve en önemlisi karşındaki insanın canını acıtmayı en iyi şekilde başaranlardansın... Ben koptum zaten o dakikalardan sonra, bir insan yılbaşına nasıl ağlayarak girmeyi başarır, kendime de anlam veremiyorum. Neden bunu kendime yapıyordum hala o zaman? Neden ya... 
En önemlisi de ne değişti hiçbir şey. Kocaman bir boşluk var şimdi...
Bir ilişkiye hoşlanarak,aşık olarak başlıyoruz hepimiz ya da şu elektrik denilen anlam veremediğim tuhaf şeyden. 
Zamanla iki taraf birbirini tanıyor. Hoşa gitmeyen şeyleri yapmamaya çalışıyoruz, kalıbımızı daraltmaya, bir başkası olmaya çalışıyoruz. Yeri geliyor özgürlüğümüzden, kendimizden ödünler veriyoruz, hayatımızda baştacı yapıyoruz karşımızdaki insanı, kendimizi unutuyoruz, her şeyimiz karşımızdaki ''o'' insan oluyor, ailemizin, arkadaşlarımızın ilerisinde geliyor hemde, ne kadar tuhaf halbuki.. Zaman geçiyor ilk zamanlarda tanışma günleri, dönümler, özel günler hiç sekmeden kutlanıyor, güzel hediyelerle. Gülümsemeyle geçen zamanlar sonra kendini yavaş yavaş kavgalara, geçinememeye bırakıyor... Aşılamayacak şey yok diyoruz bazen ama aşılamayacak gerçekten çok ama çok fazla şey var. Eğer bir insan sana gerçekten büyük bir hata yapmışsa, ya da sen yapmışsan hem unutmuyorsun, hem de unutmuyorsun. Ne aşk kafi o anlarda, kimse kurtaramaz sizi artık. Sorunlar bitmek bilmez, sonunuzu zaten siz ellerinizle hazırlamışsınızdır artık, küsüp, barışmalar, sizi bir yere taşımaz, iyiye götürmez... Sonra günü gelir, iki taraftan biri daha cesaretli olmak zorundadır, çünkü diğeri söyleyemez, ama onun için de bitmiştir her şey... Cesareti olan kişi, birçok şeyi yüklenmiştir sırtına, hata yaptığını düşünebilir en başta ama zaman geçtikten sonra anlar yanıldığını...
Beni en çok ne üzdü biliyor musunuz?
Kimse kimseyi sevmek zorunda değil ama yine de bir insanın ruhuna, duygularına, düşüncelerine saygı duyulması gerekiyor, ki sen o insanın zamanında en yakınıydın, şimdi böyle nasıl davranabiliyorsun, kırıyorsun, döküyorsun her şeyi böyle hiçe sayabiliyorsun... Nasıl bir insansın sen? 
Bir ilişki bittiğinde en çok zararı kadınlar görüyor, eksiliyorlar. Eksilerek güçleniyorlar. Çünkü biz kadınız, bütün acıları görmek, yaşamak, çekmek zorunda olan cinsiz...
Ya siz erkekler?
Hiçbir erkek kendini sakın savunmaya geçmesin, beyler size bir bok olmaz, sizin kalbiniz var ama kullanmayaa ihtiyacınız yok, çünkü sizin katı, sığ bir beyniniz var...
Şimdi mutlu muyum cesaretli olabildiğim için, kesinlikle değilim ama belirsizliklerim yok hayatımda en azından. Her sabah uyandığımda telefonumda mesaj var mı acaba diye bakıp hayalkırıklıklarım da yok. Beklentilerim kalmadı, hevesimi kıracak kimse yok, beni tersleyecek kimse de yok.
Hem senle de mutsuzdum, nasılsa böyle de mutsuzum. Ama böyle mutsuz olmak daha güzel dedim ya en azından sen yoksun...

Bunları düşündüğümde aklıma gelen tek şey neden böyle yaptın ki ?



20 Ocak 2012 Cuma

Okuyup çok beğendiğim şiir üzerine...

Hava soğuk.
Tak kulaklıkları.
Dışarı çık.
Üşü.
Yürü.
Daha çok üşü.
Daha çok yürü.
Üşüdükçe yürü.
Yürüdükçe, düşün.
Olmak istediğin kişiyi düşün.
Olduğun kişiyi düşün.
Sahip olduklarını düşün.
Senin olmayanları düşün.
Sevdiklerini, sevmediklerini düşün.
Kazandıklarını, kaybettiklerini düşün.
Söylediğin, söylenen yalanları düşün.
Seni terk edenleri, terk ettiklerini düşün.
Artık hayalini kurmadığın o hayatı düşün.
Ne kadar kolay vazgeçtiğini düşün.
Bir daha kimseyi sevemeyeceğini düşün.
Saatlerce düşün ama hiçbir şey düşünmediğini fark et.
Eve dön.
Aynaya bak.
Sol gözün kızarmış.
Demek ki ağlamak istemişsin farkında olmadan.
Ne zaman ağlamak istesen, sol gözün kızarır çünkü.
Aç sıcak suyu, gir altına.
Soğuktan donan vücudun sıcak suyun altında uyuşsun.
Kemiklerin sızlasın.
Acıya aldırma.
Düşün.
Yeniden düşün.
Ardından el salladığın otobüsleri düşün.
İnsanları düşün.
İhanetleri düşün.
Bir zamanlar hayallerin olduğunu düşün.
Bir zamanlar mutlu olduğunu düşün.
Mutluluğun nasıl bir his olduğunu unuttuğunu düşün.
O adamı düşün.
O adama asla sarılamayacağını düşün.
Şimdi çık sıcak suyun altından.
Çık ve yaşa.
Ve yaşadığın bu şeye ‘hayat’ de.
Hep aynı şarkı çalsın kulaklarında.
Hep aynı yerden yansın canın.
Ama sen yine de hep, ‘hayat’ de.
Çünkü hayat, güzel rüyalarından haricinde kalan acımtrak zaman dilimi.
Çünkü hayat, hayat işte ...

-Kimin yazdığını bilemediğim şiirden..